ARİF NACAROĞLU
Güneyimizde ortalık toz duman. Suriye’de ilk başladığında aslında 1 saatte halledilebilecek küçücük bir olay, rejimin yanlış ve abartılı sert uygulamaları ve istihbarat örgütlerinin kışkırtması ve silah desteğiyle bu gün kontrol edilemez bir düzeye çıktı. Parçalanmaya hazır bir coğrafyada egemenler tüm ülkeyi tek parça halinde elde edemeyeceklerini anladıkları için kendi çıkarlarına uygun bölgeleri yerel işbirlikçiler yardımıyla ele geçirme çabasındalar. Sadece Esad rejimi savaş öncesi sınırlarının peşinde. Rus gazeteleri çoktan “Eski bir dost, yeni 2 dosttan iyidir” Rus atasözünü ön sayfalarında işlemeye başladılar. Burada eski dost tabii ki baba yadigarı Esad. “Şam’da Emevi Camiinde namaz” hikayesi, doğrudan bu sözün ilk sahibi tarafından inkar edildi televizyon ekranlarında. Hani biraz daha sıkıştırsak “Ben Emevi değil Eminönü demiştim” diyecek eskinin Osmanlısı, şimdinin Cumhuriyet çocuğu.
Sonunda İdlib bombası patladı. Neden patladığını anlamak için haritaya bakmak yeter. Halep eskiden beri Suriye’nin ticari başkenti, Şam da siyasi. Yani bizim için İstanbul ne ise Suriye için Halep o. Ankara da Şam gibi. Topu topu 2 otoyolu bulunan yoksul Suriye’nin Halep’ini liman şehri Lazkiye’ye ve büyük nüfusun yaşadığı güney batıya ve Şam’a bağlayan bu otoyolların kontrolü için Türkiye her iki yolun her iki tarafına gözlem noktası kurmak istedi. Kıyamet de buradan koptu. Suriye rejimi için aort damarı kadar önemli olan bu yolların Türkiye tarafından kapatılması Rejimin sonu olurdu ve her şeyi göze alarak saldırdılar. Olayları doğru analiz etmek, bilgi kirliliğinde boğulmamak ve yönlendirici bilgilerle kirlenmemek için herkesin yazdığını okumak ama mantık süzgeciyle analiz yapmak gerekiyor. Suriye tarafı bir yandan diplomasiyi sonuna kadar kullanırken diğer yandan yayın kanallarından İdlib’de olan bitenleri kendi penceresinden açıklamaya çalışıyor. Bir yandan da Birleşmiş Milletler’e başvurarak Suriye’deki guruplara silah sağlayan ülkelere, başta Türkiye’yi kastederek, yaptırım uygulanmasını istiyor.
Suriye’ye göre İdlib’de teröristler var ve bu teröristler yerel halkı rehin almış durumda. Suriyeli askeri kaynak, Suriye Arap Ordusu’nun toprakları koruma ve İdlib’de gerilimi azaltma, bölgesindeki sivillere saldırıp Serakib kenti ve Tel Tufan bölgesinde rehine ve canlı kalkan olarak kullanmaya çalışan teröristleri imha etmekteki ulusal görevini yerine getirmeye devam ettiğini yazıyor. Aynı kaynak Suriye Haber Ajansı’na, silahlı kuvvetlerin silahlı gruplara son fırsat vermek ve sivillerin canlarını korumak amacıyla silahını bırakmak isteyen teröristlerin durumunu düzeltme kararı aldığını açıklıyor. Yani Suriyeliler diyor ki, biz İdlib’i alacağız. Orası bizim vatan toprağımız. Halkla bir sorunumuz yok. İdlib’den güneye, yani rejim kontrolündeki bölgelere geçmek isteyen sivil halka yolumuz açık ama teröristler halkın rejim bölgesine geçmesini engelleyerek onları canlı kalkan olarak kullanmaya çalışıyor. Tabi halkın, rejimin önerisine uyması yaşadığı onca sıkıntıdan sonra pek kolay değil. Bir yolunu bulan halk da kuzeye ve batıya, yani Türkiye sınırına kaçmaya çalışıyor.
Şimdi 1 milyon 300 bin Suriyelinin daha gelmesinden bahsediliyor. Yöneticilerimiz “Ensar” olmaktan çoktan vazgeçtiler. Hani Mekke’den Medine’ye hicret etmek zorunda kalan sahabeye Medine halkının baskısıyla Medine yöneticilerinin “Ey sahabe. Hoş geldiniz ama çok geldiniz” demesi gibi bir şey.
Yağmur çamur sınıra dayanan çoluk çocuk Suriyeliyi insanlık adına mecbur alacağız. Almak yetmez, insanca yaşamaları için ne gerekiyorsa yapacağız. Ülkede sadece cuma günleri dolan 80 bin cami, haftada bir gün maç yapılan yüzlerce spor tesisi var. Her birine 10 aile yerleşse 800 bin aile, 5 kişiden 4 milyon insan eder. Devlette, geçen yıl 10 milyar toplamış Kızılay’da, adı zaten Ensar olan yardım vakfında para yoksa, cami cemaati 10 aileye bakar nasıl olsa.