Hem cumhurbaşkanı, hem başbakan, hem AKP genel başkanı olan ve bunlarla yetinmeyip ‘başkan’ da olmak isteyen zat-ı muhterem, kimin başbakan olacağını da açıklamış oldu.‘Derin strateji’ çalışmasıyla piyasaya duhul eyleyen, hızla lanse edilen ve giderek eşi menendi bulunmaz bir hariciyeci olarak hemen tüm kanallarda arzı endam eden, türlü övgülere mazhar olan, hızla yükselen, kabineye dışarıdan dışişleri bakanı olarak atanan, önce “komşularla sıfır sorun” parolasıyla tanıdığımız, ancak iş başı yaptıktan bu yana tüm dünyada işlerin Türkiye için hepten karıştığı, IŞİD dışında neredeyse Ortadoğu’daki her kabileyle düşman hale gelinen, bölgede vaziyetin ‘Arap saçına’ döndüğü süreci onunla yaşadık.Tüm bu gelişmelerde ‘derin’ rolü bulunan Davutoğlu vardı. ‘Oyun kurucu’ kuruntusunun Ortadoğu’nun kızgın güneşi karşısında bir parça bulut gibi dağıldığı, ‘strateji’nin iflas ettiği günlerden geçildi.Üstelik bunlar daha dün yaşandı. Yani, aradan yıllar geçmedi, yaşananlar tarih falan olmadı!Sadece Ortadoğu’da değil, tüm dünyada itibar yitiren, kredisini tüketen, birlikte poz vermekle övündükleri emperyalist ülke liderlerinin artık telefonlarına bile çıkmadığı, tüm bu yaşananlardan birinci derecede sorumlu olan Ahmet Davutoğlu, artık Türkiye’nin başbakanı.Böylece, AKP Kongresinin yapılacağı 28 Ağustos’a kadar sadece iki cumhurbaşkanı, iki başbakanı, iki AKP genel başkanı (eş başkan değil) olan bir ülke olmakla kalmayıp, ilk adımı ‘partili cumhurbaşkanı’ doğrultusunda atan ülke de olduk.Kabinenin nasıl düzenleneceğini de önümüzdeki günlerde göreceğiz.‘En başarısız bakan’ unvanıyla tanınan Davutoğlu’nun başbakan olarak atanmasına AKP içinde itirazlar olsa da, Erdoğan’ın tavizsiz biçimde düzenlemeler yapmak ve kabineyi tespih taneleri gibi dizmekte kararlı olduğu görülüyor.Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı süresince bir bölümüyle kanlı bıçaklı olmak üzere, tüm komşu ülkelerle sorunlu hale gelinmiş olmasını ve yaşanan tüm garabetleri elbette kişisel bir tutuma bağlamak doğru olmaz. Bu politikaların belirlenmesi ve uygulanmasında esas belirleyici olanın, başta her şeyin başı olmakta direnen ve övünen; Şam’daki Emevi Camii’nde namaz kılmaya, Ortadoğu’nun lideri olarak payelenmeye ve Osmanlı’nın temsilcisi olarak yeniden sultanlık kaftanı giymeye pek heveslenen Erdoğan olduğu tartışılmazdır. Ancak Davutoğlu’nun dışişleri bakanı olarak görev yaptığı süreçten bu güne kadar yaşananlar, onun çapı, derinliği, strateji ve taktik ustalığı konusunda önemli veriler sunmaktadır.Durum Özal’ın Akbulut’a başbakanlığı devrettiği dönemle kıyaslanamaz. Ne Erdoğan Özal’dır, ne de Davutoğlu Akbulut. Ancak gerçek olan ve birbirine oldukça benzeyen bir gelişme var ki, o da burjuva politikasındaki tekerrürdür. Burjuva politikasında aktörler değişse de, tarih ve dönem farklılık gösterse de, emek, barış ve demokrasi düşmanlığı tüm düzen partilerinin ve aktörlerinin aynı kaderi paylaşmalarını kaçınılmaz kılıyor!Ve AKP’nin akıbeti şimdi daha rahat görülebilir hale geldi. Böylece, çokça yazılıp söylendiği üzere, AKP yeni bir döneme girmiş olmuyor, aynı zamanda Türkiye yeni bir döneme girmiş oluyor.Bu ‘yeni’ öznel ve nesnel koşullardan dolayı böyledir.AKP’nin ya da Erdoğan’ın canı istedi diye böyle değildir ve onların bunun yönünü hepten değiştirme şansları da bulunmuyor. Artık AKP içinde kavga başlamıştır.Yine AKP’ye karşı toplumsal güvensizlik artmaktadır.Bununla birlikte tüm burjuva kampta çarşı hepten karışmaktadır. AKP’nin içindeki ve dışındaki tazyik, onu hızla yıpratmak ve yıkıma sürüklemekle kalmayacak, ana muhalefet rolü biçilmiş ve öyle kalması için elde avuçta ne varsa harcanan CHP’de de sona gelinmiştir. Çırpınışlar batmayı engelleyemeyecek, CHP’de işler kolay kotarılacak düzeyde değil.Gerçek şu ki; Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkları için tüm burjuva düzen partileri karşısında açık ve net tutuma sahip, emek, barış ve demokrasi mücadelesinde kapsayıcı ve kararlıca yol alacak bir çalışmaya ve örgütlenmeye olan ihtiyaç milyonlar için daha çarpıcı ve anlaşılır hale gelmiştir.Cumhurbaşkanı seçiminde ortaya çıkan sonuçtan da bunu okumak mümkün.Kürt halkının değerlerini hiçe sayan, kimlik, dil, yönetim sorunlarını çözmek yerine, oyalamakla meşgul olmayı saldırganlıkla birleştiren, heykel kıran, her demokratik gösteriyi kan dökerek yanıtlayan AKP ve onun karşısında gözüküp, ırkçı ve inkarcı tutumda ısrar eden ‘muhalefetin’ karşısına dikilecek demokratik bir halk muhalefeti odağına olan ihtiyaç, her geçen gün daha da yakıcı hale geliyor.
'Derin' Başbakan ve Türkiye'nin geleceği
.