Deprem ve biz!

.

BEKİR ŞAHİN

Deprem ve biz!

Felaketler eksik olmuyor, Maden faciası, Pandemi derken arkasından gelen Deprem faciası.

Türkiye’yi yasa boğdu.  

Yüzyılın felaketi mi deseniz, yüzyılın ihmalimi deseniz, yüz yılın en büyük ihmalimi deseniz, yüzyılın siyasi çıkmazımı deseniz bilemiyorum, sonuçta resmi açıklamalara göre 31 bin civarında can, yüzbinleri aşan yaralılar var. Bu sayının dahada çoğalacağı bilinirken, dileğimiz daha fazla can kaybı olmasın.

Güneydoğuda 11 şehirde 7.8 şiddetinde yaşanan o korkunç deprem kabusu şehirleri, ilçeleri, köyleri adeta yerle bir etti. Binlerce insan öldü, aileler yok oldu, ocaklar söndü, binlercesi yaralı olarak kurtarıldı.

Ancak yaşanan afet karşında organizasyonsuzluk, yerel yönetimlerin plansızlığı, araç gereç personel gibi kurtarma ekibinin yetersizliği, deneyimsizliği ilk bakışta hemen göze çarpıyor.

İnsanlar yıkılan binaların enkazı altında yardım çığlığı atıyor, dışarıdaki yakınları da aynı sesi yükseltiyor. Ama değişen bir şey yok, çünkü özellikle ilk 2 gün plan, program, koordinasyon, araç gereç, malzeme ve personel yetersizliği, hatta yokluğu çok can kaybına yol açmıştır, desem hiçte uzak ihtimal değil.

Deprem günü yani 6 Şubat Pazartesi sabah Gaziantep’te evimizde derin bir uykudaydık. Karagün diyebileceğimiz o gün, 100 km ötede olan merkez üssü Pazarcık’ta saat 04.17’de meydana gelen depremin yarattığı büyük gürültü ve korku ile uyandık. Ev beşik gibi bir sağa, bir sola doğru, yani bir doğu, bir batı yönüne doğru gidip geliyordu. Ben her ne kadar serin kanlı olmaya çalışıp yanımdaki eşim ve küçük oğlumuza destek olmaya çalışsamda, onlar büyük bir korku ve panik içindeydi.

Ayakta durmaktan bile zorlanıyorduk. Hemen toparlanıp üzerimize açıkta ne varsa giyip merdivenlerden hızlıca inerek kendimizi dışarı attık. Bizim binadakiler ve diğer binalarda insanlar kendilerini can havli ile dışarı atarak faciada sağ kurtulmanın korkusu, paniği ve üzüntüsü ile bağırtı, çağırta sesler veriyordu.

Sonra arabası olan arabaya binip, demokrasi meydanına, parklara, açık alanlara doğru hızla uzaklaşıyordu. Bizde arabamızla yakınımızdaki 100. Yıl Parkı kenarına park ederek, arabanın içerisinde tehlikenin geçmesini bekledik. Ancak sık sık gelen artçılar bizleri dahada korkutuyordu. Öğleden sonra saat 13.24 sıralarında merkez üssü Elbistan olan 7.6 şiddetindeki deprem yaşanan tehlikeyi ve korkuyu dahada artırdı.

İnsanlar bir yandan yakınlarını telefon ile arayıp karşılıklı haberleşiyor, yakınlarından haber alamayanlar veya enkaz altında kaldığını öğrenenler ise ağıtlar yakmaya başlamıştı. Birçokları korkudan ağlıyordu.

Herkeste bir panik, korku, çaresizlik vardı ve bu kâbusun biran önce bitmesini bekliyordu..

O sırada aynı binada kalan ve bebesi olan komşu bir aileyi yanımıza, arabaya aldık. Çünkü dışarı soğuk ve aşırı bir yağmur vardı. Arabanın kaloriferi ile ısındık.

Bu sırada binamızda yalnız kalan yaşlı Hatice isimli komşumuz vardı. O panikte, korkudan aklımıza gelmemişti, hemen telefon ile irtibat kurmaya çalıştık, bizden uzakta oturan oğlunu aradım, nerde olduğunu sordum bizim binada olduğunu, yardımcı olmamızı istedi. Hemen şemsiyemi alıp tekrar binaya koşarak gittim. Binanın girişinde, iç kısmında betonlar yerlere düşmüş, yarılmalar olmuştu, buna rağmen soğuk kanlı olup hemen 2. kata çıkıp Hatice teyzenin kapısını vurdum, kapıyı açtı ve büyük bir korku içindeydi, beni görünce hem sevindi hem ağladı. Hemen ayağına bir terlik giydi. Birlikte merdivenlerden hızlıca inip binadan uzaklaştık. Hatice teyze korkudan kapıyı açıp inememiş, düşerim diye. Korku içindeki Hatice teyze habire dua etti bana, yağmur şarıl şarıl yağıyordu, şemsiyenin altına alıp onu da hızlıca ailemizin yanına arabaya getirdim. Bu sırada 90 yaşındaki annem bize biraz uzakta ikamet ediyordu, aradığımda ulaşamadım sonra komşularına ulaştım binadan indirmişler ve bahçede olduklarını söylediler. Hava soğuk ve yağmurluydu, Annem hastaydı onu gidip alıp arabaya yerleştirmem gerekiyordu. Yanımızdaki bebesi olan aileye annemi almaya gideceğimi söyledim, onlarda Türk Tepe Mahallesindeki akrabalarının kendilerini çağırdığını oraya gitmek istediklerin söyledi.  Etrafta taksi falan yoktu, sizi ben götüreyim dedim. Gaziantep Kalesinin oradan çıkarken, kalenin duvarlarından kocaman kayalar yola düşmüş, kale depremde büyük hasar görmüştü, kaleyi ve düşen kaya parçalarının fotoğrafını çektim. Tepeye çıktığımda cami minaresi yıkılmıştı, bazı evler çökmüş, yağmur dışarı çıkmaya fırsat vermiyordu, insanlar sokakta ateş yakmış ısınıyordu. Şemsiyemi alıp yıkılan yerlerin fotoğraflarını ve videosunu çektim.

Sonra Anneme yetişmeye çalıştım. Gittiğimde soğukta donmuştu, arabaya alıp kaloriferleri açtım. Tekrar mahalleye yani 100.Yıl Parkının oraya geldim. Hatice teyzeyi oğlu gelip almıştı.

Bu sırada bize yakın İncilipınar Mahallesi Nail Bilen Caddesinde 5 katlı bir binanın çöktüğünü öğrendim. Biraz uzaktan Botanik Bahçesi karşısında yani tramvay yolu kenarında başka bir binanın daha çöktüğünü, İbrahimli semtinde yüksek katlı bazı binaların yıkıldığını, şehrin hemen yer yerinde tek tek de olsa çok sayıda evlerin, apartmanların yıkıldığını öğrendim. Can kayıpları ilk saatte henüz bilinmese de aldığım ilk resmi bilgi 80 civarıydı. Sonra bu sayı bir hafta içinde 3 binlere kadar çıktı. Saat 07.40 civarıydı çöken binaların yanındaki insanlar bana whatsapp da fotoğraflar gönderiyor, videolar gönderiyor adres ve bilgiler gönderiyor, “Bu enkazın yanında kimse yok, halen yardım ekibi gelmedi, lütfen yardım” diye ses veriyorlardı. Bende bunları yetkili organlara gönderiyordum.

Bu sırada Cumhuriyet Gazetesinin yanı sıra Halk TV, Medyascope, İzmir merkezli Yenigün Gazetesi, Birgün Gazetesi gibi beni tanıyan gazeteciler, yayın kuruluşları arıyor hem geçmiş olsun dileklerini iletiyor, hem de bilgi, görüntü vs. istiyorlardı, yetişe bildiğim kadarıyla yardımcı olmaya çalışıyordum. Bir yandan olayın şokunu yaşarken, bir yandan da, mesleğimi icra etmeye çalışıyordum.  Bir yandan yurt içinde, yurt dışında tanıdık çevrelerden gelen geçmiş olsun mesajları ve telefonlarına cevap vermeye çalışıyordum. Fırsat buldukça bende deprem olan şehirlerde tanıdık arkadaşlarımı arayıp ulaşabildiklerimden bilgi almaya çalışıyorudum.

İskenderun'da gazeteci arkadaşımız Akın'ın durumunu 3 ayrı kişileri arayıp durumunu öğrenmeye çalıştım sonunda o bilgiye ulaştım, enkaz altında yaralı kurtarılmış hastanede tedavi altındaydı, bu durumu hemen TGC ve Cumhuriyet grubunda paylaştım, çok üzüldüm, halen hastanede tedavisi sürüyor. 

Toparlanıp şemsiyemi alıp hemen yakınımızda yıkılan 5 katlı binaya koştum. 20 katlı bu binada ilk sırada 3 kişinin kendi imkanı ile enkaz altında çıktığını öğrendim, akşama doğru ve bir gün sonrada kurtarılanlar olmuştu. Ama enkaz altında halen çok sayıda insan olduğu söyleniyordu. Enkaz altında kalanların yakınları duyanlar koşa koşa geliyordu, ağıtlar yakılıyordu. Bu sırada bizimde yakın akrabalardan 8 kişinin yıkılan 3 katlı bir evin altında kaldığını, ayrıca Malatya’da üniversiteye ait yıkılan yurt binasının altında can verenler arasında üniversite öğrencisi akrabamız bir kız çocuğu olduğunu da öğrendim.

O gün şehirde elektrik yok, su yok, yemek, ekmek yok, ısıtıcı yoktu. Fırına ekmek için gittiğimde uzun kuyruklar gördüm, akaryakıt istasyonları kapalı, yakıt olanlarda uzun kuyruklar vardı. www.yenicizgihaber.com

100.Yıl Parkındaki bir kafeye insanlar yağmur nedeniyle dolmuş ve orda bir pizza 70 tl, bir küçük karton kasede bir çorba ekmeksiz olarak 25 Tl (onlarda ekmek bulamış) satıyordu, bir bardak çay 5 tl mecbur aldık, çünkü o da biterse ne yiyip içeceğiz. İnsanlar parkta ateş yakıp ısınıyordu.  

Tuvalet sıkıntısı başlı başına bir sorundu, çünkü su yoktu, cami tuvaletlerine girilmiyordu. Çok kötü bir durumdu.

Yakınımızın cenazesi için Nakıboğlu Camine gittiğimizde cenaze arabalarının yanı sıra özel araçlarla getirilen cenaze araçları kuyruğu vardı. Cenazeler yıkanıp namazı bile kılınmadan toprağa veriliyordu.   

Akşama doğru insanlar köylere yakınlarının yanlarına doğru yola çıkmaya başladı. 3.ncü günden itibaren yurttaşlar tehlike olmayan uzak şehirlerde yakınlarının yanlarına doğru şehri terk etmeye başladı ve halen göçler sürüyor.   

Bu anlamda Mersin büyük bir göç aldı. Yerel yönetimlerin yani belediyelerin bu insanlara kucak açması, sıcak yer ayarlaması sevindirici bir gelişme tebrik ediyorum.

Depremin üzerinden bir hafta gibi zaman geçmesine rağmen, halen bölgede artçı depremlerin devam etmesi, insanlardaki korkuyu tetikliyor.

Dışarda açık havada soğukta ya da ince çadırların içinde kalan, ancak hastalıkla karşı karşıya olan yurttaşlar tehlikeyi göze alarak evlerde yatmaya başladı.

Bu arada şehirde hasar tespiti devam ediyor, fakat depremde zarar gören bina, ev çok fazla olduğundan bunları kontrol eden görevli sayısının az olması, tıpkı enkaz çalışmasındaki personel yetersizliği gibi sorun, yapı kontrollerini yapanların sayısının azlığı da insanların tepkisine yol açmaya başladı. Mahallede 5 gündür çalışma yapıldığı söyleniyor ama halen bitirilemedi. Bir ekip günde 30-40 binayı test ederse Değirmiçem mahallesi gibi nüfusu 15 bin, 20 bin, 30 bin olan mahallelerdeki çalışma 2-3 ayda bitirilemez.

Gaziantep’teki gözlemlerimi sizlerle paylaştım.

Deprem değil aslında çürük binaların insanları öldürdüğü, bir kez daha görüldü. Umarım bu acılar son olur ve ders çıkarılır.

İmar afları, yandaş müttehitlerin eksiklerini görmeme, bataklıklara ev yapma izni verme gibi, insan canına kast eden bu yıkımlara son vermek için, daha katı bir imar yasası şart. İnsanların ölümüne yol açanların cezasız kalmaması ümidiyle...   twitter @b_sahin27  ///  www.yenicizgihaber.com YENİ ÇİZGİ

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazar Yazıları Haberleri