Son onbeş yıldır yaşamın büyün alanlarında devletin denetim mekanizmaları neredeyse kalmadı. İş cinayeti denen, iş kazalarının çok sık yaşandığı bir ülke olan memleketimizde işyeri denetimleri zayıflatıldı. İş müfettişlerinin uzmanlık alanları ortadan kaldırılarak, işyeri denetimlerini daha iyi yapmalarının önüne geçilmiş oldu. Tabip Odalarının işyeri doktoru atama yetkisi ortadan kaldırılarak, işyerinde iş güvenliği ve işçi sağlığı denetimi işverenin insafına terk edilmiş oldu. En son Şırnak’ta denetlenmeyen bir maden ocağı, 8 maden işçisine mezar oldu. Soma ve Ermenek’te yaşanan katliam diyebileceğimiz, katliamların davası hala sonuçlandırılamadı.1999 yılında İstanbul’da büyük depremi yaşamıştık. Kiracı olarak yaşadığımız bizim binamızda da yarıklar meydana gelmişti. Büyükşehir belediyesi her evde hasar tespit çalışmaları yapılmasını istiyordu. Apartmanımızdaki ev sahipleri, apartmanda yapılacak olan yapı denetimi sonucunda bir kusur ortaya çıkar diye, bu denetimin yapılmasını bile istememişlerdi. Sorun nedir? Kusur belirlenirse dairelerin satış değerleri düşermiş. Yani evin fiyatı, bizim yaşamımızdan daha önemliydi, mal sahibi komşularımıza göre. . . Bugün İstanbul’da büyük deprem tehlikesine rağmen her yer inşaata kesmiş, her yer beton..Bir deprem olduğunda toplanılacak alan bile kalmamış. Tüm bunlara rağmen, bu iktidar mimar ve mühendislerin yapılar üzerindeki bağımsız denetimlerini engelleyecek yeni kararlar alıyor. Her yerin bina yapılmasına karşı açılan ve kazanılan davalara karşın, yapılaşmalar hızla devam ediyor. Öbür yandan Trafik denetimlerine bakalım, bu alanda yapılan tek iş, şehir içindeki hız denetimleri. Kırmızı ışıkta geçenler, kaçak akaryakıt kullanıp hava kirliliğine neden olanlar, olur olmaz yere araba parkedenler, gereksiz yere korna basanlar, egzoz gürültüsü, sürekli yapılıp bozulan duble yollar güvenlik açısından denetlenmiyor.Esas büyük denetimlerinde işçi-işveren işliklerinde yani üretim ilişkilerinde yapılması gerekiyor. Yasalarımız 12 Eylül 1980 faşist darbesi sonrasında değiştirilerek tümden işveren yanlısı bir hale getirildiği için evrensel hukuk kurullarına uymuyor. Tüm bunlara rağmen, şu anda bile işverenler iş yasalarına uymuyor. Sendikal örgütlenme çalışmaları fiili olarak engelleniyor. İşçilerin sendikalara üye olup olmadıkları e devlet şifreleri istenerek kontrol dahi edilebiliniyor. Fazla çalışma işçini rızasına bağlı ve en az yüzde elli fazla ücret ödenmesi gerekiyor. İşverenlerin büyük bir çoğunluğu bunu uygulamıyor. Yine Saat 20.00-06.00 arası gece çalışması olarak kabul edilip yine zamlı şekilde ödenmesi gerekiyor. Bu kuralı da dinleyen yok. Kamu çalışanları maaşlarını günü, gününe alır. İşçilerimizin de aynı şekilde alması gerektiği halde yasa işverene 20 günlük bir süre tanımıştır. Günümüzde pek çok işveren bu 20 günlük süreyi geçirmektedir. Yasalara rağmen fiili olarak süren bu uygulamaların, iş müfettişlerince denetlenerek kamu yönetimi olarak engellememesi gerekmektedir. Çalışma bakanlığı iş müfettişi sayımız az diyerek yıllardır bu denetimleri yapmamaktadır. Denetimlerin yapılamamasının bahanesi bu yetersizlik olamaz. Esasen nitelikli ve yaptırım koyucu denetimler, işyerinde pek çok sorunu çözebilir. Fakat hep işveren yanlısı çözümler üretilmesi, işçi –işveren ilişki ortaçağdaki, ağa-maraba ilişkisine kadar götürmektedir. Hakkını arayan İşçi Sınıfı, karşısında yine kamu gücü demek olan polisi görmektedir. Oysa evrensel hukuk kurallarına göre, kamu yönetimi böyle bir durumda tarafsız ve bağımsız olmak durumundadır.Fransız düşünür Montesquieu “her toplum, layık olduğu şekilde yönetilir” demiş. Ülkemiz, ne yazık ki hayatın en temel belirleyicisi olan üretim ilişkilerinde, geriye doğru gitmektedir. Bu durumun belirleyicilerinden biri olan denetimin yokluğu, hayatın tüm alanlarında da ortaya çıkmaktadır. Halkın ihtiyaçlarının gözetilmediği, parababalarının ihtiyaçlarının gözetildiği bir düzen sürgit devam edemez.ercankosmanoglu@hotmail.com
Denetim diye bir şey kalmadı…
.