Yedi sekiz yaşlarımdayken yeterince iyi bir değirme ustası olamamıştım daha. Şimdilerde topaç deniyor adına. Biz “deerme” derdik. Annem ya da babam beş kuruş harçlık verdiğinde doğruca kız bakkala koşardım. Başka çocuklar gibi şekere, leblebi tozuna, balona yatırmazdım paramı.Sadece deerme alırdım kız bakkaldan. Dört kız kardeşti bunlar. Adları Ayten, Nurten, Gülten, Necmiye’ydi kız bakkalların.“Yine derme mi alacaksın Fevzi çocuk?” diye sorarlardı dükkânlarının önüne dikildiğimde. Başımı sallayarak onaylar beş kuruşu uzatırdım. Gülüşürlerdi. Nedenini bilemeden ben de gülümserdim. Aramızda isimlerinden, bir de deermeden özge fazla bir konuşuk geçmezdi.Kimi zaman sorardım. “Hepinizin adında “ten” var. En küçüğünüzün adı neden “ten”siz?” Yine gülüşürlerdi. “Kız adı olacak “ten”li uyak kalmamış” derlerdi. “Ten ne ki?” derdim; dudak büzerlerdi. “Uyak ne?” derdim, omuz kaldırırlardı. Anlaşılan onlar da bilmiyorlardı “ten”in, “uyak”ın ne olduğunu, o zamanlar benim bilmediğim gibi.”“Bu kez üstünde gedik açılıp horltlamayan, yarılmayan bir deerme verin bana?” demiştim, beş kuruşumu uzatarak. “Beş kuruşa hortlamayan derme olmaz,” demişlerdi.Adı “ten”siz küçük Necmiye avutmuştu beni. “Bu seferki hemen hortlamaz korkma. Yeter ki dermeni hemen yere vurup da herkesten önce sen çevirme.”Yeni dermemi alıp hevesle deerme çeviren arkadaşlara koşmuştum. Büyük dedemizin adını taşıyan Haci Kara çıkmazında toplaşırdı sokağımızın çocukları. Kasım amcanın oğlu Sermet, Sabri amcanın oğullarıSami ile Fethi, yazma boyacısının oğlu Kenan oradaydı. Değirme çevrip duruyorlardı.Hepsi de yerde dönen değirmenin üstüne kendi deermelerini salıyor, alttakini hortlatmaya çalışıyorlardı. Bu kez Necmiye’ye uyup en sona kaldım ama benim deerm nedense hiç birisininkini de hortlayamadı.Sıra onların atmasına gelmişti.Kasım amcanın Sermet’i deermesini benimkinin üstüne salmıştı. Anında hortlayıp “çat” diye ikiye ayrılmıştı deermem. Öbürlerinin kahkahaları arasında boynumu büküp duvar dibine çekilmiştim. Gözlerim yaşarmıştı galiba. Tanış bir sesle başımı doğrulttum.“Ne o Fevzi? Neden ağlıyorsun?”Duvar aşırı komşumuz Harat Mamdeli amcaydı. Yanında oğlu Cahit de vardı. Cahit bana sevecen sevecen gülümsüyordu. O hep öyle gülümserdi zaten.“Deermemi hortladılar,” dedim.“Bakkaldan mı almıştın onu?” diye sordu harat Mamdeli amca..“Hııı.., dedim. “Ucuz olan kavak ağacından yapılır bakkalda satılanlar. Gevşek ağaçtır kavak. Kavaktan yapılan deermeler hemen yarılır. Dur ben sana bir deerme yapıym ki, hortlatabilen babayiğit çıksın karşına.”“Nasıl olacak bu iş?” dercesine Sevinçle yüzüne baktım. O ise bizim eve doğru seslendi. “Zeliha abla!” Annemin sesi karşılık verdi.“Buyur Memedali oğlum.”“Fevzi bugün bir iki saatliğine benim çırağım olacak, izin var mı?” Güvenilir bir komşuydular.“Var var…” diyordu annemin sesi.Üçümüz birlikte yola koyulduk. Atatürk Bulvarından Suburcu’ya, oradan Hürriyet Caddesine, Sonra Gaziler’e vurduk. Gaziler Caddesinin sonundaydı Mehmet Ali amcanın harat dükkânı. Bugün yerinde bir eczane var.Dükkân açıldı. Tezgâh kuruldu. Mamdeli amca iyi bir ceviz ağacı parçası buldu. Onu tornasına geçirdi. Yongalarını savura savura ağaç parçasını üç dakikada deermeye dönüştürdü. Dermenin ucuna sivri bir demir uç çaktı. Ucu çarkla keskinleştirdi. Bir de iyi ip seçti. Oğlu Cahit’e döndü.“Bugün sen de izinlisin oğlum,” dedi. “Fevzi kardeşinle git. Ona deerme nasıl çevrilir, öbürlerinin dermeleri nasıl hortlatılırmış iyice öğret.”Biz iki çocuk kestirmeden yol alırken o ağaçtan sandalyeler yapmaya girişmişti bile.Caht çocukla Gazilerden Eyüpoğlu’na, Oradan Eblehan’a, Eblehan’dan Akyol’a vurduk. Körükçü Hafız konağının önünden geçerken kapıda, sonraları Türk öykücülüğünün yüz aklarından biri olarak göreceğimiz Muhtar Körükçü abiyle karşılaştık.Bizim Akyol’da hemen hemen herkes birbiriyle tanıştı. Muhtar Körükçü ağabey:“Ne o Fevzi?” diye sordu. Değirme çevirmeye mi?” Başımı salladım.“Zamanında ben de yaman bir deermeciydim,” dedi. “Kimse hortlatamazdı benim dermelerimi.” Birbirimize gülümseyip esenleştik. Bizim Hacı Kara çıkmazına varmadan önce Boyahane alanında biraz çalıştık.Artık iyiye yakın bir deerme utası sayılabilirdim. Bundan sonra öbür arkadaşların yanına doğru yol aldık. Öteden beni gören sokak arkadaşlarım keyifle bağırıştı.“Aha, yeni bir deerme almış geliy bizim deerme ağacı!”Tahminlerinin dışına yere önce ben vurdum dermemi. Deliler gibi dönen benimkinin üstüne, Sermet, Kenan, Feti ile Sami’de ard arda çaktılar kendi deermelerini. Ama hiç biri de ne hortlatabildi ne de ikiye yarabildi benim dermemi. Şaşıp kalmışlardı. Sıra bana geldi. Her sallayışta birinin dermesini hortlattım. Keyfimden ağzım kulaklarıma varıyordu.Günümüzde deerme denen şey yok artık ortalarda. Acaba nereye gitti dersiniz çocukluğumuzun o güzel oyuncağı? Ne yazık ki artık deerme yok. Olsa bile neye yarar ki, babaların pek çoğunun “derme alsın” diye çocuğuna verebileceği o beş kuruş bile yok artık.
Deerme (Topaç) Nereye Gitti?
.