Türkiye’de darbeler tarihi ülkenin dış borç tarihi ile yakın benzerlik gösterir. 1946 yılında çok partili hayata geçişimizden sonra 1950’de Demokrat Partinin "Küçük Amerika olacağız” sloganı ile iktidara gelmesi, Osmanlı’dan kalan son borç taksitlerini henüz bitirmiş Türkiye’nin yeni borçlar almasının başlangıcı oldu. Devletin özellikle demir, çelik ve tekstilde büyüyerek gerçekleştirmeye çalıştığı kalkınma girişimi yerini borçla büyümeye bıraktı. ABD tarafından kabul edilen dönemin başbakanının Beyaz Saray’a gelişi bir radyo konuşanı tarafından “Beyaz Saray’ın mübarek merdivenlerini tırmanıyor” olarak verilmiş ve kurtuluş mücadelemizde silah ve para yardımı yaparak, sonrasında ülkemize demir çelik fabrikaları kurarak kalkınmamızda önemli desteği olan Sosyalist Sovyetler düşman, ülkemize sadece İncirlik’e, Karamürsel’e, Pirinçlik’e, Sinop’a askeri üs kuran, Kore’de yüzlerce insanımızın ölümüne neden olan ABD dost kabul edilmişti. Dost(?) ABD hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyor, her gün ayran içen Anadolu çocukları içsin diye pazartesi günleri ilkokullarda süt tozundan yapılma süt bile dağıtıyordu. Hızla borçlanan Türkiye’nin borçlarını ödeyebileceği petrol gibi bir yer altı zenginliği de olmadığından fatura çalışana, üretene, gence, emekçiye çıkartılıyor, daha az ücretle daha çok çalışma dayatılıyordu. Alınan borçlar yeni milyarderler, yeni milyonerler yaratıyor, ancak ülkenin kaderi bu milyarderlerin insafına bırakıldığından ve siyasetin temel kaynağı da milyarları cebe indirenler olduğundan, borç ödemelerinde kaynak hep emekçilerin kısılan, azaltılan hakları oluyordu. Patlama noktalarına yaklaşıldığında düdüklü tencerenin buharı alınıyor, süreç biraz daha uzatılıyordu. Ama işler dayanılmaz bir hal aldığında, alacaklılar sıkıştırırken, içerideki asgari ücretli borçlular seslerini yükselttiğinde, “Bize ne. Borcu alıp cebe indiren ödesin” diye bir araya gelmeye başladıklarında devreye “sopa” giriyordu. 1960, 1970, 1980 askeri darbelerinin olmasında, zamanı gelmiş ancak para olmadığı için ödenemeyen ve ertelenen, örgütlü çalışanların “Bu borcu ödemeyiz. Parayı yiyenler ödesin.” demelerinin rolü vardır. İşte sırf bu nedenlerle geçtiğimiz yıl gerici bir askeri darbe girişimi tezgahlanmış, ülkenin sürekli artan borçlarının geri ödenemeyeceği telaşı ve para kuruluşlarının “Kral çıplak” diye bağırmalarının arkasından, borç veren uluslararası çevreler paralarını geri alamayacaklarının telaşına düşmüşlerdir. Alacaklılar için bu durumda yapılacak en iyi şey, o ülkedeki tüm siyasi hakları askıya almak, konuşanları, yazanları susturmak, insanları dünyevi işlerden çok uhrevi işlere yönlendirmek olduğundan FETÖ darbesi tezgahlanmış ancak başarıya ulaşamamıştır. Sonra birdenbire, şu anda kimsenin ortaya çıkıp “Ben yazdım” bile diyemediği, sahipsiz anayasa değişikliği teklifi ortaya çıkartılmıştır. İçerisinde ne sosyal, ne siyasal, ne örgütlenme, ne eğitim-öğretim ile ilgili tek satır bile olmayan anayasa değişikliği teklifini yakında oylayacağız. Ve sonra, ya harçlıklarımızdan, asgari ücretimizden, yıllık iznimizden, kıdem tazminatlarımızdan fedakarlık edip para toplayacak ve borçlarımızı ödeyeceğiz, ya da “Bize ne, parayı alıp cebe indirenler, havadan milyarder olanlar ödesin” diyeceğiz.
Borç ve darbe
.