Pek çok yazarın çocukluk yıllarıyla ilgili anıları edebiyatımızda yer almıştır. Bunların kimilerini büyük bir keyifle okuyanlarımız olmuştur. Ben de okudum çoğunu. Ama çocukluk yıllarından çok Gençlik Yılları ilgimi çekmiştir benim.Bunlardan biri öykümüzün babalarından sayılabilecek olan Orhan Kemal’in bir yudumda okunan “Gençlik Yılları‘dır. Bir de “Yalancı” var. Çoğunuzun dikkatini çekmemiştir ama benim çok büyük keyifler duyarak okuduğum bu romanın yazarı ise edebiyatımızda hak ettiği yere oturtulmamış olan Bedii Faik’tir.Bugün size sözünü etmek istediğim çocukluk ve gençlik yılları anılarının yazarı, benim çok sevip saydığım, ustalık sanına sonsuz layık bir yazar olan ve yine ne yazık ki sağlığında edebiyatımıza hak ettiği yeri oturtulmayan Avukat-Filozof-Yazar Hayri Balta’dır.Balta ustamızın sözünü edeceğim kitabının adı “Bir Aydın Adayı” adını taşıyor. Gaziantep’imizin en yoksul mahallelerinden biri olan ve ekmeğini taştan değil, aslanın ağzından değil, köpek necasetinden çıkartanların öyküsü bu.Tabakhaneli emekçilerimizin kara yazılarını, kendi yaşamı üzerinden yürüyerek anlatıyor ibretle okunacak bu eserinde ustamız.Kumarcıların, şarapçıların, esrarcıların arasından sıyrılıp bireysel çabasıyla aydınlığa ulaşmayı başarabilen katıksız bir yurtsever ve halk sever bir “aydın” olmayı başarabilen Hayri Balta, kendi yaşam öyküsünü anlatıyor bu kitabında.Hayri Balta’yı aydın yapan herkesin sandığı gibi sadece el aldığı filozof doktor Emin Kılıç Kale değildir. Onun teyzesinin oğlu MİT ajanı Necdet Sevinç ile iki hoparlörlü imam diye anılan başka bir MİT ajanı olan biridir.Daha komünizmin ne olduğunu bile bilmeyen bir aydın adayını o zamanlar moda olan bu “isim”le suçlayarak mahkeme mahkeme süründürenler sonunda adaletten öyle bir tokat yerler ki, okumaya değer.Yargıç, genç Balta’yı beraat ettirmekle kalmaz, müfterileri maddi tazminata da mahkûm eder. Ama daha da güzeli, Balta için şu onuru bağışlar: “Sanık Hayri Balta’nın Atatürk ilkelerine bağlı, aydın bir kimse olduğu”na karar verir.Genç Balta’nın, girdiği her işten kovulması için kıçını yırtan, bu iki Donkişot, birkaç da avenesiyle birlikte sırf üç beş kuruş maddi menfaat ve biraz da boktan bir şöhret için şerefli sayılmayacak bir işin peşinde koşmasıydı, anlı şanlı Bir Hayri Balta bir filozof yazar olarak “düşün” tarihine geçemezdi.Bu güzel insan, bir yandan dört çocuklu ailesini yaşatma savaşı verirken bir yandan da bu yavruların ekmeğine kan doğramaya kendini adayan o MİT ajanlarıyla savaşmak zorunda kalmasaydı, boklu deri çukurlarından, rutubetli kilim tezgâhları çukurundan, çıkıp düşünürlüğe, 49’undan sonra avukatlığa cehaletle savaşan yazarlığa nasıl geçerdi acaba?Bağışlayın, ben Işıklar içinde uyuyası Balta’nın çocukluk ve gençlik yıllarını içeren kitabından söz edecektim ama hızımı alamadım, haksızlığa olan isyanımı dile getirmekten kendimi alamadım.Sayın Balta’nın kitabında altını çizdiğim o kadar paylaşılacak o kadar çok anekdot var ki, bunların tümünü sizlerle paylaşsam, sadece benim köşemi değil, bu gazetenin bütün sayfalarını aşar. O nedenle burada ben ancak özetleyerek bunlardan sadece bir kaçına değinebileceğim:Balta ustamız daha çocuk yaşlarındayken adaletsizliğe, eşitsizliğe karşı tepki göstermeye başlamıştır. Bir gün ninesine sorar:“Nine, evimize köylerden mahra mahra taşınan bu sebzeleri, meyveleri köylüler yetiştiriyor. Neden yarısını getirip bize veriyorlar? Onların emeğini çalmaya ne hakkımız var?”Bu soruya aldığı cevap ise. “Oğlum sen daha küçüksün, bu işlere aklın ermez. Mülk (toprak) bizim, emek onların. Bu ortaklık yıllardan beri böyle gelmişi böyle gider.”Balta çocuk yine de tatmin edici bulmaz bu haksız bölüşümü. Hani politikacılar, toprak ekenin, su kullananın” diyordu? Ne oluyor peki şimdi bu iş böyle? (……) Bundan sonradır ki, ömrü boyunca artık “Böyle gelmiş böyle gitmemeli”nin de savaşını verecektir Balta usta.Kitaptaki bir başka anektod da Tabakhane çalışanlarının sömürüsüyle ilgili: “Bizim ürettiklerimizi satan aracılar etli canlı idi. Bizim pişirdiğimiz at, inek, öküz, koyun derilerini satan falçatacının oğlu yanaklarından kan damlayacak kadar gürbüzdü. Biz üreticilerin çocukları ise verem hastası gibi sarı yüzlü, avurtlarımız çökmüş olarak dolaşırdık. Bu çelişkiye bir türlü aklım ermezdi.Şu anlatı da açlık ve hırsızlıkla ilgili: İnsanlara öğüt veren peygamberlerin: “Dürüst olun, hırsızlık yapmayın, kimsenin malına göz dikmeyin” demesiyle insanların açlık nedeniyle yapacağı hırsızlıklar önlenemiyor. Bu konuda En isabetli çözümü Marks bulmuştur: “Önce toplumun ekonomik durumunu düzeltmek gerek ki, insanlar iyi olabilsin. Açlık çeken insan her kötülüğü yapmaya adaydır.”Yoksulluk yıllarındaki en mutlu olayı da şu olsa gerek: (…) Yatağa girerken (zifaf gecesi) hanım bana yeni bir pijama verdi. Bu yaşa gelinceye kadar, pantolonumuzu çıkartır, donumuzla yatağa girerdik. Eşimin bana verdiği pijama bana hanımımdan tatlı geldi.”Işık olsun yolumuza anıların, Sevgili Balta usta.
Bir Filozofun Çocukluk ve Gençlik Yılları
.