Dayımın yine köye geldiği günlerden biriydi. Onu kentte gezdirirken Nakıp Ali Sinemasının bulunduğu çıkmazda bir kalabalık gördük. Merak edip kalabalığa yanaştık.Adamın biri elindeki kutudaki manzaraları beş kuruş karşılığında izlettiriyordu. 35 kuruş verip gerçek sinemaya gidemeyenler bey kuruşa bu kutu sinemasıyla avunmaktaydı.Galiba sahici sinemadakinden de güzel şeyler gösteriyor olmalıydı ki, beş kuruşluk kutu sinemasını izlemek isteyenler kuyruğa girmişti. Dahası, izlenceden sonra:“Helal olsun, pek güzelmiş valla…” diyordu izleyenler. “Beş kuruşum daha olsa bir daha bakardım.”Dayımla ikimiz kuyruğa girdik. Ben dayımdan öndeydim. Dandik sinemacı, beş kuruşunu alıp kutusunu gözüme dayadı. Gösteriyi izlemeye başladım. Görüntüye önce bir şelale resmi geldi. Sonra bir lale bahçesi, ardından uçsuz bucaksız bir deniz sonra başka manzaralar…Gösterinin tam ortasında kutuyu gözümden koparıp aldı sinemacı.“Çocuklara bu kadar,” dedi. “Öfkelendim ama bir şey diyemedim. Çünkü ardımda beklemekte olan dayım beni sıkıştırıp duruyordu.“Haydi yeğen, çekil kenara da bir de biz bakalım şu sinemaya.”Sinemacı ondan da beş kuruşu alıp kutuyu dayımın gözlerine dayadı. Sonra bana gösterdiği ilk manzaraları çabuk çabuk geçti. Bundan sonraki görüntüler yavaş yavaş akmaya başladı.Görüntüye gelen her manzara karşısında kendinden geçiyordu dayım.“Abooov, bu nasıl mal yav! Helal olsun sana sinemacı. Bu manzara beş kuruşa değil, Elli kuruşa bile izlenir.”Gösteri bitince dayım bir beş kuruş daha verdi, bir kez daha iziedi kutu sinemasını. Bu iş üç beş kez yinelendi.Dayımın bir şelaleyi, bir lale bahçesini, bir denizi bunca çok beğenip yeniden yeniden izlemesine şaştım.İşimiz bitmişti, gitseydik ya artık. Yok, gitmeye hiç de niyetli görünmüyordu dayım. Ben sıkıştırdıkça“Dur hele yeğenim, dur hele…” deyip duruyordu.Kuyruktakilerini hepsinin kutu sinemasını izlemeyi bitirinceye dek bekledik. Yeni bir müşterisi yoktu artık sinemacının. Dayım onun yanına yaklaştı.“Bu kutuyu bana satar msın hemşerim?” diye sordu.Şaşırmıştı adam. Önce pek niyetli görünmedi ama sonra satmaya razı oldu. Pazarlık yptılar. Yüz tane beş kuruşa el değiştirdi kutu sineması.“Delirdin mi dayı!” dedim ona. “Ne diye bunça cok para verdin ki bu adi kutuya.”“Sen anlamazsın yiğidim. Küçüksün daha,” demekle yetindi.Ertesi gün köydeydik. Dayım hemen işbaşı yaptı. Köylülerden rastaştığına sinemayı bedava gösterdi.Kutu sinemasını her izleyenin ağzının suyu akıyordu. “Abooo!”yu basıyordu. “Bu nasıl mal böyle be!”Bu nasıl alış verişti. Onca parayı, bedava sinema izlettirmek için mi vermişti dayım?O gece çok merak ettim. Acaba kutuda, kentteki sinemacının bana göstermediği bir şeyler daha mı vardı? Öyleydi herhalde. Çoksa neden “Çocuklara bu kadar” desindi ki.Dayım uyuyunca kutuyu aldım. Fennus’un ışığına tutarak kutudaki bütün manzaraları tek tek izledim. Doğrusu ben de usulca bir “Abo…” çekmekten kendimi alamadım.Kutuyu tekrar tekrar izledim. Artık bakmaya doygunlaştığımda onu aldığım yere bırakıyordum ki, üzerinde bir çift gözün parladığını gördüm.Dedeminkilerden başkasının değildi bu gözler. Yanıma geldi.“O nedir öyle torunum,” dedi sevecenlikle.“Sinema dede,” dedim.“Bu nasıl sinemaymış, hele bir de biz bakak,” dedi.Kutuyu ona vermek istemezdim ama bunu yapmak elimde değildi.Dedem o kutu sinemasındaki manzaraları defalarca izledi. Kutuyu bana iade ederken:“İyi sinemaymış…” dedi.İçimden:“Dedem yarın bu sinemayı da yasaklar, ona el koyar,” diye geçirdim içimden ama öyle bir şey olmadı. Sanki gece kutudaki manzaralara defalarca bakan kendisi değildi. Konunu hiç açmadı bile. BİTMEDİ
BAY ŞAFAK ÖYKÜLERİ: 20
.