Barış Meclisi artık bir Vakfa dönüştü. Dün Ankara’da bir toplantıyla ilk çalışmasını kamuoyuna duyurdu. ‘Dolmabahçe’den Günümüze Çözüm Süreci: Başarısızlığı Anlamak ve Yeni Bir Yol Bulma’ başlıklı çalışmanın sunumunda, Barış Vakfı Genel Başkanı Ayşe Soysal şöyle diyor; “Bu kıymetli çalışmayı yapan vakfımızın kurucularından Mardin Artuklu Üniversitesi Öğretim Üyesi Cuma Çiçek ve değerli dostumuz Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun’a huzurunuzda bir kez daha çok teşekkür ederiz. Kısa sürede iyi bir iş başardılar. Çalışma sizlerin katkısı ve önerileriyle daha zenginleşecektir.”İki akademisyen de kamuoyunca eğilim, yönelim ve çalışmalarıyla biliniyor, tanınıyor. Ancak oldukça kapsamlı, değerlendirilmesi, tartışılması gereken bir rapor hazırlamışlar. Katılmayacağımız birçok tespit ve değerlendirme de bulunuyor olmakla beraber, Kürt sorunununun yeni dönemini oldukça kapsamlı olarak ele alan, önemli bir çalışma olduğu söylenebilir. Şiddetin ayyuka vardırıldığı bu koşullarda rapor, tartışma, diyalog, müzakere, çözüm ve demokratik yol arayışına önemle dikkat çekiyor.Raporun, ‘PKK’nin çıkmaz yolu’ bölümü, ‘PKK’nin kent çatışmalarıyla, Kürt meselesinde masaya dönüş dışında yeni bir yol açma şansı yok. Üç argüman ileri sürebiliriz.’ diye devam ediyor. Bu bölümden ziyade, devlete ilişkin söylenenler üzerinde durmakta yarar var. Raporda bu bölüm şöyle ele alınmış;‘Devletin çıkmaz yolu; PKK şiddete başvurarak bu savaşı kazanamaz. Lakin devlet de bu savaşı kazanamaz. Müzakereyi dışlayan bir yolla devlet, ne Kürt meselesi ile baş edebilir, ne de onu çözebilir. Çünkü:
- Devlet normatif olarak kazanamaz. Zira, AK Parti’li Kürtler de dahil, Kürtler arasında bu sorunun bir terör ve güvenlik sorunu değil, siyasi bir sorun olduğuna dair güçlü bir mutabakat var. Bu da meseleye siyasi bir çözümü zorunlu kılıyor.
- 1984 yılından bu yana devam eden çatışmalarda devlet asayişi temin etmek için bütün metotları denedi. Denebilir ki devletin tecrübe etmediği bir yöntem kalmadı. Birçok kez terörle mücadele paketleri açıldı. Ama hiçbiri çözümü sağlamadı. Dolayısıyla devlet, geçmişte olduğu gibi bugün de, bu stratejiyle bir zafer elde edemez.
- Bugün HDP ve DBP’nin temsil ettiği anaakım Kürt siyasetinin güçlü bir toplumsal tabanının olduğu akılda tutulmalıdır. Devletin tabiriyle ‘terör örgütünün uzantısı HDP’ beş milyon oy alıyor. Bu oyun önemli bir kısmı ‘kemik kitle’ olarak tarif edilen bir desteği kapsıyor. Devletin bu kitleyi güvenlikçi tedbirle yola getirmesi düşünülemez.
- Anaakım Kürt siyaseti, sadece kuvvetli bir toplumsal tabana dayanmıyor, aynı zamanda dikkate değer ölçüde kurumsal yapılara sahip bulunuyor. Bu konuda, parlamentoyu, üçü büyükşehir olmak üzere 11 il belediyesini ve 10’a yakın televizyon kanalını hatırlatmak yeterli.
- PKK’nin askeri mobilizasyon kapasitesinin bulunduğu unutulmamalıdır. PKK silahlı bir halk ayaklanmasını gerçekleştiremedi. Ancak, asgari bir askeri mobilizasyonu sürekli kılabileceği insan kaynağı, lojistiği ve tecrübesi var.
- Devletin askeri başarıları, beklenenin aksine PKK’yi bitirmiyor, yeniden üretiyor. PKK içinde kurumsal yeniden üretim ve büyümede ‘direniş söylemi’ oldukça etkilidir. Üstelik Kürt politik kimliğinin yeniden üretiminde dağ-mezar-zindan-sürgün üzerinden üretilen ‘bedel’ merkezi bir yer tutar. Devlet askerî başarı elde ettikçe dağı, mezarı, zindanı ve sürgünü yeniden üretiyor. Yani PKK’yi yeniden üretiyor, hem de büyüterek.
- PKK’den ve anaakım Kürt hareketinden bağımsız olarak en az 15 milyona sahip Kürt nüfusu var. Bu nüfusun en az yarısı Cumhuriyet projesine onay vermiyor. Farklı bir toplumsal tahayyülleri var. Ulus, millet, halk gibi farklı kavramlar kullansa da Kürtlüğü, Araplıkla, Farslıkla, Türklükle, Almanlıkla eş değer bir kategori olarak görüyor ve eşitlik talebinde bulunuyor.
- Kürtler, Türkiye coğrafyasının yaklaşık yüzde 15’lik bir bölümünde bütünleşik bir coğrafyada çoğunluğu oluşturuyor. Bu bölgenin üç tarafında kardeşleri yaşıyor. İran’da Kürdistan eyaleti, Irak’ta Kürdistan Bölgesel Hükümeti, Suriye’de federasyona dönüşmeye meyilli Kürt kantonları var. Kürt meselesinin jeopolitik denklemi çoktan değişti. Ve en önemlisi Kürtler arası çok aktörlü, çok sektörlü sınır-ötesi işbirlikleri geçmişle kıyaslanmayacak düzeyde artmış durumda.”