1859 doğumlu Norveçli yazar Kunt Hamsun’u tanır mısınız? Ben tanırım. Onunla daha 18 yaşımdayken tanışmıştım. Kendisini şöhretin doruğuna taşıyan “Açlık” romanının yazarıdır Hamsun. Açlık’ta, yerdeki bir kemik parçasını kapmak isteyen bir köpekle aç bir insanın mücadelesi anlatılır. İçim yanmıştı bu yapıtı okurken.Şu ara onun bilinmeyen ama Türkleri ilgilendiren bir gezi anıları kitabını okuyorum. Kitapta Hamsun Türkleri insan yiyenler olarak tanıdığını ve kendileriyle tanıştıktan sonra onların insan yemediklerini görerek şaştığını anlatıyor. Ah şu batı kapitalizimi! Ah başarısız haçlı seferi çocukları…Hamsun, bizleri tanıdıktan sonra barbar olanın Türkler değil, Avrupalılar olduğu kanısına veriyor. Konumuz bir yazarın anatominisi ele almak ya da yapıtları üzerine eleştiriler yapmak değil. Batılıların üstesinden gelemedikleri uluslara bok çalma konusundaki ustalıkları da değil.Evet, biz Türkler insan eti yiyen yamyamlar değiliz elbette Ama insan eti yiyen yamyamlardan daha kötü bir alışkanlığımız var. Bu alışkanlığın adı Rüşvettir. Bizler “Benim memurum, esnafım işini bilir” diyen bir Demirel, bir Özal ülkesinin insanları değil miyiz?Bu kadar ayrıntıdan sonra asıl yazmak istediğim konuya geçeyim. Bize Osmanlıdan kalan en büyük miras olan rüşvetçiliğin Gaziantep rengine değineceğim şimdi. Size daha önce de anlatmıştım ama yeri geldi yine anlatacağım. Nasıl olsa tekrarından zarar gelmez. Konumuz Maanoğlu Köprüsü.Vaktiyle Gaziantep’te Maanoğlu adında bir ağa yaşarmış. Bu ağa Alleben’in güneyindeki evinden her sabah erkenden çıkar, Allben’in kuzeyindeki bağına bostanına gidermiş. Giderken de Alleben deresini aşmak zorunda kalırmış.O zamanlar alleben bugünkü gibi kale duvarları arasına hapsedilmiş bir mahkûm değilmiş. Gür suları olan azgın bir akarsuymuş. Onu aşarak karşıya geçmek de yürek istermiş. Maanoğlu bir gün yine bu dereyi geçerken kendi kendine söylenmiş: Yahu ben hali vakti yerinde bir ağa mıyım?Öyleyim. Yani şuraya bir köprü yaptırsam yoksul mu düşerim? Düşmem. Öyleyse böyle bir köprüyü neden yaptırmıyorum. Yaptırıp da hem kendim çileden kurtulsam, hem de ahali için iyilik yaparak hayır dua kazansam kötü mü olur? Olmaz. Bu kararla kolları sıvamış.Lakin durum bakalım, bir kentte öyle her aklına esen aklının estiğini hemen yapablir mi? Bu kentin bir kaymayamı var. Ondan izin almak gerek. O yıllarda Ayıntap livasının kaymakamı Battal bey adında azgın bir rüşvetçiymiş. Kendisine rüşvet vermeden bu kentte kuş kanadını kıpırdatamazmış.Haydi kuş kanadını kıpırdatacaksa kendi iyiliği için kıpırdatır. Ona izin verip vermemek de Battal beye kalmış bir iş. Alleben’in üzerine hayrat niyetine bir köprü yaptırmaya da karşı çıkacak değil ya? Değil mi? Git izin iste de gör bakalım öyle mi? Varır kaymakama niyetini açıklar bizim Maanoğlu ağa.Battal bey bu! Sineğin kanadından yağ çıkartma ustasıdır. Daha lafın başında “Olmaz!”ı basmış. “Ama neden olmaz beyim? Bir hayır işi bu. Hem ben sevaba girerim, hem siz sevaba girersiniz. Fena iş mi?” Battal bey: “Fena veya değil. Orası benim bileceğim şey. Olmaz diyorsam olmaz!”Eh Battal bey, senden büyüğü var bu ülkede. Sen olmaz diyorsun ama dur bakalım Halep valisi de olmaz diyecek mi? Kalkar o zaman Ayıntap livasının bağlı olduğu Halep kentine gider, valiye. Vali bu işe pek memnun kalır. Köprünün yaptırılması için Battal beye bir emirname yazdırır.Emirnameyi alan Maanoğlu bey, soluğu kaymakamlıkta alır. Kaymakam yazıyı okuduktan sonra kâtibini, bostancıbaşısını çağırtır. “Alın şu emirnameyi, bu deyyusa yetirin!” der. Emir demiri keser. Kâtiplerle bostancıbaşı emirnameyi güç bela da olsa Maanoğlu ağaya yedirirler.Sen misin bunu bana yapan Battalbey! Valiyi dinlemeyebilirsin ama padişahı da dinleme de göreyim seni!” diyerek payitahtın yolunu tutar. Girip derdini hünkara anlatır. Hünkar kalemcibaşılarını çağırtır. Alleben üstüne köprü yapılması konusunda bir emiriname yazmalarını buyurur.Kâtipler kalem odasına geçerler. Tam emirnameye yazacaklar, Maanoğlu bey onara bir ricada bulunur. “Aman ağalar, der. Şu emirinameyi ince, pelür bir kağıda azıverin. Deyyus kaymakam bu defa da bana padişah emirnamesini yedirmeye kalkabilir.”Kalemci başılar güler. “Senin niyetin üzüm yemek mi, yoksa bağcıyı dövmek mi?” diye sorarlar. “Elbette ki üzüm yemek,” der Maanoğlu ağa. Yazıcılar: Öyleyse ne gerek var padişah buyruğuna. Padişah buyruğundan daha keskin bir şey var. Sen işini onunla hallet.”Maniolğ ağa sorar: “Nedir bu padişah buyruğundan daha keskin olan?” Kalemcibaşılar der: “Bunun adına rüşvet derler. Var git Kapalıçarşıya. Al iki tane Acem halısı. Al birkaç top entarilik kumaş. Götür Battal beyine ver. İşin oluyor mu olmuyor mu o zaman gör.”Maanoğlu ağa denileni yapar. Kapısına deve yükü ile aceme halıları, top top kumaşlar inen Battalbey, Maanoğlu ağayı göre kapa karşılar. “Buyur buyur buyur ağam. Çay mı içersin kahve mi?” Çaylar kahveler içilirken kaymamak bey sorar:“Yahu Maanoğlu ağa, senin bir köprü izşin vardı ne oldu?” Maanoğlu ağa: “Duruyor beyim.” Battala bey: “Duracak sıra mı be ağam, yaptırıver şu köprüyü de, hem sen hara gir, ben ben…Böylece üezinden bizerin de defalarca geçtiğimiz o ünlü köprü yapılır. Böylece bir şey daha bir kara daha iyicene anlaşılır ki, padişah buyruğundan daha keskin bir şey vardır bu ülkede. O keskin şeyin adı rüşvettir!
Balık Baştan kokar
.