Az demokrasi üzeri bol sansür!
Dünyada duvara toslayacaklarını anlayan iktidarlar ilk önlem olarak basın özgürlüğünün “zararlarını” keşfederler! Bu yola sapanları ağırlığını oluşturanlar “özgürlük” vaatleriyle seçmenlerini kandırmış olanlar arasından çıkar.
Bu yolun yolcuları uzun iktidar yıllarında gördüler ki; çok bilgi vatandaşları huzursuz ediyor!
Bizim güzeller güzeli ülkemizde “basın özgürlüğü” muhteşem bir performansa sahip olageldi. Bu kavrama uzaktan bakmakla yetinenlerin başlarının hiçbir zaman derde girmediği biliniyor.
Biz basın “özgürlüğünü ziyadesiyle kullanalım” düşüncesindekiler yüzünden memleketimiz büyük sıkıntılar içine yuvarlandı.
Zaman zaman basın özgürlüğünün vanalarının açıldığı da oldu. Ama o kadar çok kullanıldı, o kadar har vurup harman savuruldu ki, elde avuçta basın özgürlüğü kalmadı!
Gazetecilerin hesapsızca özgürlük talepleri karşısında iktidarlar da zorluklar yaşadılar. O yüzden de özgürlük ile yasaklar bir elmanın iki yarısı haline geldi.
Taa Osmanlı’dan beri böyle…
Osmanlı’da ilk gazeteler halkı devletin yaptığı faydalı işlerden haberdar etmek, kamuoyuna yönelik duyurular yapmak için çıkmıştı. Ne var ki, bu gazeteler zamanla kamuoyuyla paylaşılmayan meseleleri, gizlenmeye çalışılan hadiseleri de yayımlamaya, devlet yöneticilerine bazı önerilerde bulunmaya başlayınca, dahası mizah dergilerindeki taşlamalar devlet adamlarını hedef alınca, pek çok dergi ve gazete devlet adamlarının öfkesini üzerine çekti.
Osmanlı ilk sansürle 1867 yılında, Sultan Abdülaziz’in padişahlığı zamanında Mahmut Nedim Paşa tarafından çıkarılan kararnameyle birlikte tanıştı.
Kararnameyle yazılı basın organları süresiz olarak kapatıldı gazetelerde çıkan karikatürlere ve görsellere belirli sınırlandırmalar getirildi. Gazetelerin çoğunluğu denetimden geçmeden yayın ruhsatı alamadı.
Dönemin ilgi gören gazetelerinden Sabah Gazetesi çalışanlarından Şemseddin Sami, sansürlenen yerleri boş bırakarak sansürü protesto etme geleneğinin öncülüğünü yaptı.
- Abdülhamit dönemine gelindiğinde ise sansür vahim boyutlara ulaştı. Abdülhamid’in tahta çıkmasıyla birlikte en büyük korkusu bir ayaklanma çıkması ve neticesinde tahtını kaybetmek oldu. Otuz üç senelik saltanatında tesis ettiği idareyi işte bu korku şekillendirdi.
Günahlarla korkular birlikte artar. Korkuların boyutu yasakları da belirler: Korktuğun kadar yasakla!
Hiçbir anayasada böyle bir madde bulunmasa da insanlar baskı altında bunu iliklerine kadar yaşadılar.
Padişah II. Abdülhamit dönemini anlatıyoruz ama isteyen üzerine de alınabilir. Çünkü yüzyılı aşkın süre sonra baskıdan bunalan insanlar aynı o yıllardaki sloganları haykırıyorlar:
“Kahrolsun istibdat!”
İktidarın harikulade icraatları sonunda iç ferahlatıcı bilgiler ekonomiyle yakından ilgilenen kesimleri arasında hızlıca tur atmaya başladı:
“Memleket batıyor mu?”
Böyle münasebetsiz soruların sorulması, bu soruların çoğaltılması, elden ele-kulaktan kucağa yayılması iyi olmazdı. Onun için yeni bir modele geçilmesi şart olmuştu:
“Az demokrasi üzeri bol sansür!..