Aşağı yukarı aynı paydada birleşen Dünya solu, ülkelerine akın eden bu insanları hak ve özgürlükler kapsamında sahiplendi. Ülkelerinin sahip olduğu bütün olanakları misafirleri ile paylaşmanın evrensel bir görev olduğunu savundu. Avrupa, geçmişte çok büyük bedeller ödeyerek kazandığı demokrasi ve onun kazanımlarını, misafirlerine altın tepsi içinde sundu. Halbuki söz konusu kendi çıkarları olunca demokrasi havarisi kesilen bu insanlar, kendi ülkelerinde demokrasi mücadelesi verenleri vahşice katlediyorlardı!..İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne tabii olan Avrupa, ibadethaneleri inanç özgürlüğünün bir gereği olarak gördüğü için, göçmen nüfusun camii, mescit gibi ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli yasal düzenlemeleri de yaptı. Bunun üzerine Avrupa'nın her yanında pek çok sayıda camiiler yapıldı. Göçmen nüfus, insan inancını ticari bir sektör haline getiren ruhban sınıfını da kendi eli ile beraberinde taşımış oluyordu. Ruhban sınıf bütün ibadethaneleri kendi tekkesi olarak görüyordu ve buraya uğrayan insanları kolayca pençesine aldı. Asya ve Afrika'dan bu bilmedikleri ülkelere gelen göçmenler zaten kendilerini ev sahibi toplumundan soyutlamış olduğu için, din tüccarlarının sözlerine kolayca inanıyordu. Din önemli bir sektördü ve ibadethanelere ne kadar insan dolarsa tüccarda o kadar para kazanıyordu.Her ne kadar Avrupa toplumu ile kaynaşmasalarda, farklı islam ülkelerinden insanlar ancak ibadethanelerde bir araya gelme imkanı buluyorlardı. Aslında sosyal aktiviteleri sadece buralarda, düğün salonlarında ve çalıştıkları iş yerlerinde bir araya gelmekten ibaretti. Bunun dışında kitap okuma, tiyatro, konser, gezi v.s... gibi etkinliklerden uzak kaldılar. Arada bir anayurttan gelen siyasilerin toplantılarında ise bir nevi vatan hasretini gidermeye çalıştılar. Bu toplantılar da ya milli duygulardan ya da dini telkinlerden ibaretti.Avrupa devletleri başlangıçta benzer kültürden gelen bu insanların bir arada yaşama, din ve inanç özgürlüğünü yerine getirmek gibi görünen masumane faaliyetlerinin, gelecekte Avrupa'yı nasıl etkileyeceğini ön göremediler. Öncelikle sol ideolojiler kendi öncellerinden büyük bedeller karşılığında almış oldukları bu tarihi mirası cömertce harcadılar! Avrupa demokrasisinin ve solun esas yapması gereken, aralarına aldıkları bu geniş kitleleri bir şekilde eğiterek gerici zihniyetlerinden arındırmak olmalıyken, ibadet tüccarlarının eline düşmelerine göz yumdular.1970 li yıllardan itibaren sayıları artarak güç haline gelen göçmen nüfus arasında milliyetçilik çatışmaları da başladı. Önce kendi aralarında çatışmaya başlayan Asya'lı ve Afrika'lı göçmenler daha sonra da ev sahibi halkına kafa tutmaya başladılar. Hayatında hiç kitap okumayan ve kendi dininden bi haber yaşayan her müslüman, ev sahibi ülkenin dini ile alay ederek kendi inancını göklere çıkarıyordu. Avrupa insanı başlangıçta bu cahil tebliğcilere gülüp geçti. Ama ilerleyen yıllarda artarak devam eden milliyetcilik akımları ev sahibi ülkelerde de baş gösterdi. 1940 lı yıllarda Dünya'nın başına bela olan nazizm tekrar hortladı! Bıçaklı, palalı dazlaklar ve daha farklı ırkçı çeteler yabancılara saldırmaya başladı! Karşılıklı kanlar döküldü! Evleri kundaklanarak yakılan türk göçmenlerin medya haberleri hala aklımızda... Sağ ırkcı partiler ve muhafazakar hristiyan partiler ardı ardına eylemler düzenleyerek, ülkelerinde müslüman göçmenleri istemediklerini açıkladılar. Gerekce olarak da hızla artan yabancı nüfusun kendi geleceklerini tehdit ettiğini söylüyorlardı...1980 İran gerici devrimini hatırlayalım! Demokrasi ve insan hakları düşmanı Ayetullah Humeyni, ülkesini yüzlerce yıl geriye taşıyan devrimi Fransa'dan yönetmişti. Şeytan işi dediği demokrasinin nimetlerinden faydalanarak, bu günkü şeriat rejimini kurmuştu. Halbu ki şah rejimi bu günkünden daha modern ve ilericiydi. [devam edecek]
AVRUPANIN GELECEĞİNE DAİR [2]
.