.
Siyasi partiler ve Seçimler demokrasinin temel öğeleri olarak kabul edilir. Bazen seçim o kadar kutsanır ki; “sandıktan geldik Milli iradeyi temsil ediyoruz” diyenler her türlü icraatı yapmaya kendini yetkili zanneder. Çok partili hayata geçtiğimiz 1946’da ilk seçimler illere göre basit çoğunluk usulüyle yapılıyordu. Bir ilde diğer partilerden bir oy bile fazla olan parti, bütün il milletvekilliklerini alıyordu. Bu nedenle 1950’lerde iktidara gelen Demokrat Partiyle, CHP arasında oy sayısına göre, milletvekili sayısı açısından büyük fark olmuştu. 1954 seçimleri sonrasında Malatya’yı CHP, Kırşehir Millet Partisi kazanınca Menderes iktidarı bir kanun çıkararak, Malatya’dan Adıyaman, Kırşehir’den Nevşehir illerini oluşturdu. 1957 seçimleri şaibeli oldu. Gaziantep de dahil, pek çok il ve ilçede sandıkların sayımında problemler çıktı. Demokrat Parti hükümet olmanın, tüm ağırlığını koyarak seçimleri almış oldu. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra yapılan 1961 anayasasının en demokratik anayasa kabul edilmesi boşuna değildir. Bu anayasa ile Yasama-Yürütme –Yargı çağdaş anlamıyla birbirinden ayrılıyordu. Bu anayasa ile seçimlerde, nispi temsil düzeni+ milli bakiye sistemi uygulandı. Baraj uygulaması yoktu. Kullanılan her oy işe yarıyordu. 1965 yılında yapılan seçimlerde Türkiye İşçi Partisi (TİP)276 bin oyla, 14 milletvekilliği kazanmıştı. O dönemde bunu gören Demirel iktidarı 1969 da milli bakiye sistemini kaldırdı. 1969 seçimlerinde TİP bu kez 243 bin oyla 2 milletvekilliği kazanabildi(1). Bu anayasa ile İşçi Sınıfı toplu sözleşme ve grev haklarını almıştı. Sol ve sosyalizm serbest bırakılmıştı. İşçi sınıfı hızla sosyalizmle tanışıyordu, grev hakkını kullanıp, daha iyi bir düzende yaşamak isteğini ortaya koyuyordu. Bu durumda Demirel 1970’de anayasayı değiştirerek İşçi sınıfını örgütlenmesine engel olmak istedi. Fakat cevabını 15-16 Haziranda yapılan büyük işçi direnişiyle aldı. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri, esas olarak 1961 anayasasının getirdiği hakları ortadan kaldırmak için yapılmıştır. 12 Eylül 1980 anayasasıyla yargı bağımsızlığı rafa kaldırıldı. Toplu-sözleşme, grev ve örgütlenme hakları büyük darbe yedi. İşçi sendikalarına, toplu sözleşme hakkını elde edebilmeleri için o iş kolunda, yüzde on örgütlenme barajı kondu. Toplu sözleşme ve grev yapmak deveye hendek atlatmaktan zor hale getirildi. Genel seçimlerde yüzde on barajı konarak, mili iradeye ipotek konmuş oldu. En büyük adaletsizlik 2002 seçimlerinde yaşandı. Halkın yüzde 45 oyu meclise hiç yansımadı. AKP yüzde 35 oyla Milletvekilliklerinin yüzde 65 ini elde etmiş oldu. 2010 referandumuyla Yargı, bir şekilde hükümete, HSYK aracılığıyla bağlandı.Ergenekon ve Balyoz adındaki davalarda, ses kayıtları kanıt olarak toplumla paylaşıldı. Deniz Baykal ve MHP milletvekilleri video kayıtlarının kurbanı oldular. O dönemde kanıt sayılanlar, bugün kanıt sayılmak istenmiyor. Bakanlar ve çocuklarının karıştığı iddia edilen, rüşvet, yolsuzluk pek çok kanıtıyla ortadayken soruşturmalar, yapılamıyor. Herkese göre ayrı hukuk, demokratik bir düzende olmaz. Yasama organımız olan Mecliste her şey Başbakanın iki dudağı arasında. Çok hızlı bir şekilde, yasalar çıkıyor. HSYK bu kez tamamen Adalet Bakanına bağlandı. İnternete sansür geliyor. Kamuoyunun doğru bir biçimde oluşması engelleniyor. Seçimler zaten yüzde on barajıyla özürlüyken, bir de özgür propaganda hakkı ortadan kaldırılmış oluyor. Bulutsuzluk Özlemi’nin dediği gibi ülkemize “Acil Demokrasi” gerekiyor. Demokrasi lafla, değil başta üretim ilişkileri olmak üzere, okullarda, devlet dairelerinde, üniversitelerde her alanda gerekiyor.1) Şapa Oturtulan Parlemantarizm. Hikmet Kıvılcımlı. Sosyalist Gazetesi 1971.